top of page

TRT RADYO 1’DE “GENÇ DÜŞÜNCE” ADLI PROGRAMDA, 2.1.2004 TARİHİNDE SUNUCU ADALET ÖNDER’İN İsmet YAZICI İLE “BİLİNCİN HARİTASI” VE “KİTLE İLETİŞİMİNDE İMAJ” ADLI KİTAPLARI HAKKINDA YAPTIĞI RÖPORTAJ

Sunucu:
Yeni yılın bu ilk programında sizleri düşüncelerin kaynağı düşlere, düşlerden tekrar düşüncelere, oradan da bilince, “Bilincin Haritası” na doğru yola çıkarıyoruz. TRT Televizyonu program yapımcısı İsmet YAZICI, “Bilincin Haritası” adlı kitabıyla bizlerle. Kardeşimiz hoşgeldiniz.

İsmet YAZICI:
Merhaba, hoş bulduk
. 

Sunucu:
Yola çıktık ve genç düşünüyoruz ve düşündükçe kendimizi anlıyoruz ya da varoluyoruz. “Bilincin Haritası” sizin ikinci kitabınız. Öncelikle, ilk kitabınızla ikinci kitabınız nasıl ortak izdüşümlere sahip, bize biraz yola çıkışınızı anlatır mısınız?

İsmet YAZICI:
İlk kitabım “Kitle İletişiminde İmaj”dı. Aslında “Bilincin Haritası” da tam Kitle İletişiminde İmaj yazılırken ortaya çıkmış, 7 yıl önce yazılmış bir dosya. Ama Kitle İletişiminde İmaj, 7 yıl önce basıldı, Bilincin Haritası, 7 yıl bekledi. “İmaj”, benim master tezimdi. Kavram olarak “imaj”ı incelemeye çalışıyordum; bütün tarihsel süreç boyunca; derken o süreçte yaşadığım bir halin ürünü olarak da Bilincin Haritası ortaya çıktı. Bilincin Haritası’na, uykuyla uyanıklık arası görülmüş düşlerin yazıya dökülmüş hali diyebiliriz. Aslında iki kitap birbirini tuhaf bir şekilde karşıladı, tamamladı diyebilirim. İkisi de bir gerçeğin iki yüzü gibi geliyor bana. Biri vizyonlardan yola çıkılarak hazırlanmış bir kitap, diğeriyse çok daha bizim somut gerçeğimizin sosyal hayatımızın içindeki durumları anlatan bir kitap. Ayrı gibi gelen şeyi bir başka açıdan baktığınızda gerçeğin iki yüzü olarak da görebilirisiniz. Çünkü geri dönüp bu iki kitaba baktığımda, gerçek diyebileceğim hangisi diye düşünüyor ve karar veremiyorum. Bize sunulan imajlar dünyası mı acaba bizim gerçeğimiz, yoksa düşlerimiz, vizyonlarımız mı bizim gerçeğimiz ...

Sunucu:
Ya da hangisinde varolmalıyız istiyoruz artık. Varolmayı istemek için önce varlığımızı keşfetmemiz gerekiyor. Bilincin Haritası’nda da bu sorgulamalar var ve bu sorgulamalardan yola çıkılmış. Dediniz ki “Ben Kitle İletişiminde İmaj’da yaşadığım halden yola çıkarak Bilincin Haritası’nı oluşturdum.”

İsmet YAZICI:
Aslında Kitle İletişiminde İmaj’ı yazarken ben acı çektim. Çünkü insanın hakikaten yok edildiği bir dünyaya doğru götürüldüğünü görüyorsunuz. Dolayısıyla o dönem kendi varlığımı sorguladığım bir dönemdi ve o sorgu zamanında birden başka bir bilinç halinde buldum kendimi. Düşler belki de nefes aldırdı bana.

Sunucu:
Düşlerinizden söz edeceğiz ve düşlerinizin içinde bizim ortak düşlerimiz var. Çünkü istemek, sorgulamak ve kendinizi bütün çıplaklığınızla görebilmek öncelikle istemekten geçiyor herhalde. 

İsmet YAZICI:
Tabi ki...

Sunucu:
“Son söz yerine” diye bir bölümle başlıyor kitabınız. “Son söz yerine”, belki de bu kitabın tamamında sormamız gereken sorunun ipucunu vermiş bize. Eğer sizin için çok zor olmazsa, kendinize sorulmasını istediğinizi hangi bölümden seçerdiniz ya da sorardınız, yorumlardınız bize. 

İsmet YAZICI:
Aslında bu kitap insanın varlığının kendisi gibi geliyor bana. Her bir pasaj, her bir metin bir sır. Hepsi birbirini tamamlayan metinler dolayısıyla da hangisini sorardım bilmiyorum. Hepsi, aynı zamanda kendi bağımsızlığı da olan, bir bütün. Sonuçta bu benim kendi sır’rıma yaptığım yolculuk. Bazen kendi okumalarımda her okuyuşumda aynı metinde farklı şeyler algılıyorum. Sanki bitip tükenmez bir yolculuğa çıkmışız, binlerce patikası, kavşağı olan bir yolda yürüyorsunuz. Asıl keyifli olan da hayatın bu yanı; sonsuzluğu, sonsuz yolculuğu...

Sunucu:
 Şimdi bu yolculukta bir yolcu olan İsmet YAZICI’i tanıyacağız. Kimdir İsmet YAZICI, iki kitapta anlatmaya çalıştığı, varolan olması gereken aynayı kendisine tutan... 

İsmet YAZICI:
Aslında dünyanın en zor sorusunu sordunuz. Halil Cibran’ın bir sözü var: “Yalnızca bir kere dilim tutuldu” der, “biri bana gelip sen kimsin diye sorduğunda...” Aslında bütün hayat hikâyemiz bunun üzerine kurulu diye düşünüyorum; kim olduğumuzun aranışı üzerine. Rahimden çıkış, bilmeye yol alıştır; kendini bilmeye yol alış. İnsan, sonsuzluğun bilgisini taşıyan bir varlık. Eğer tercih edersek, kabuklarımızı soyarak kendi içimizdeki o sonsuz bilgiye ulaşabiliriz; ama cevabı bulmak bir ömür sürebilir...

Sunucu:
 Bunu o zaman sizinle yapacağımız sohbet sırasında dinleyicilerimiz ipuçlarından bulsunlar... Peki kendinizi tanımaya çıktığınız yolda korkular vardır; ya da bulduğunuzla bildiğiniz arasında zaman zaman ciddi farklar oluyordur. İşte buralarda üstesinden nasıl geldiniz; ya da nasıl gelmeye çalışıyorsunuz.

İsmet YAZICI:
Aslında bir şeyin üstesinden gelmek belki de gerekmiyor. Bilincin Haritası benim hayatı kavrayışımla ilgili dönüm noktasıydı. Öyle bir haldi ki o, sanki o güne kadar bana öğretilen bütün tanımlar ve kavramlar boşluğa dağıldı ve o boşlukta dönüşerek, başkalaşarak yeniden bana döndü. Belki dikkatinizi çekmiştir, kitabın yazım biçimi de farklı. Ortadan blok yazıldı, bir ritmi yakalamak için kimi zaman tek söz bir satır olabildi. Bu biçim benim için zamansızlığı ve boşluğu çağrıştırıyor.

Sunucu:
 Gerçekten heyecan içinde sizden alacağımız ipuçlarını bekliyoruz kendi adımıza. Çünkü Genç Düşünce’de, genç düşünür, genç hayal kurar, genç ister dedik ama, genç korkar, genç zaman zaman tereddüte düşer ve bize verilenle bize anlatılan arasında zaman zaman ayrılıklar olmaya başlar.

İsmet YAZICI:
Keşke olsun. Aslında problem bence şuradan kaynaklanıyor. Bize verili bir hayat var; ve biz öyle bir geleceğe taşınıyoruz ki artık kendi aklımız, kendi gözümüzle kavrayamıyoruz. Her şey bize tanımlanmış hazır paketler olarak sunuluyor ve onun dışına çıktığımız zaman tu kaka ilan ediliyoruz. Bu nedenle düşler özgürlük alanları, hayaller özgürlük alanları. Sorgulamaya başladığınız zaman özgürleşmeye başlıyorsunuz. İster dışlanın, ister başka yerlere konulun, ama önemli olan bence, tektipleşmiş, sıkışıp kalmış insan olmamak. Olanı kabullenmek, bence insana, kendi doğamıza haksızlık etmek.

Sunucu:
 Dolayısıyla da olan budur. Tanımlarının içerisinde yer alan o hayat, o hayatın içerisindeki kavramları sorgulamamız için, bir: düşlerimizin peşinden koşmaya başlayacağız; iki: yakaladığımız yorumları soru sorarak tekrar biçimlendirmeye çalışmalıyız. 

İsmet YAZICI:
Sembollerle düşünmenin şöyle bir faydası var; yani soyut düşünmenin. Bütün tarihe baktığınızda insanlığın sıçrama noktalarında hep o soyut düşünmenin yükseldiği, doruğa çıktığı zamanları görüyoruz. İnsanlar daha maddi düşünmeye başladığında toplumlar da geri gidiyor. Düş alanları sembollerle dolu ve sorguyu başlatan bir süreç; özgürleştirici bir süreç diye düşünüyorum.

Sunucu:
 O zaman, 2004 senesinde genç düşüncede sloganımız “özgürlük”... Evet, biraz kadın olarak farketmekten, kadın olmaktan bahsedelim.

İsmet YAZICI:
Herhalde yaşadığımız dünyada en çok haksızlığa uğrayan cins. Bilginin iki yüzü var. Biri erkekte, biri dişide gizli. Ama kadınlar, bilimde, sanatta, felsefede tarihin çok uzun bir döneminde sözlerini söyleyemediler. Kapatıldılar, yok edildiler. Dolayısıyla da erkeklerin yarattığı bir dünyada, bilginin çok önemli diğer kısmına ulaşamadan yaşadık. Ama şimdi daha acıklı bir şey oluyor gibi geliyor bana; kadınlar seslerini duyurmaya başladıklarından buyana, o kadın olma, rahim olma özelliklerinden kaynaklanan farklı bilgilerini dökmek yerine, erkek gibi davranmaya başladılar. Çok tehlikeli bir nokta bu. Ama sanıyorum, geçiş döneminden sonra denge oluşacak. Kadın kendindeki bilgiyi aktarmaya başlayacak. 

Sunucu:
 O zaman açmazlardan biri de, bize sunulan, bize öğretilen bilginin, kendimizin farkına varmak; kendi kadın kimliğimizin, erkek kimliğimizin ve bunun içinde varolan sırrın. Sırrı yakalamak için oralardan yola çıkıyoruz. Kitabınızın arka kapak yazısını yazan Balkan Naci İslimyeli “O bilgiye ulaştığımız zaman her şeyin bir parçası olduğumuzu kavrarız; ağacın, çiçeğin, rüzgârın ve diğer tüm insanların...” diyor. Bu kavrayış birazcık da tasavvufla ilgili bir şey. Bu kavrayışın yorumunu biraz siz dillendirebilir misiniz?

İsmet YAZICI:
Bütünlüğü kavradığımız zaman zaten bilince yol almaya başlıyoruz; bunu kavrayamadığımızda yol çok daha zahmetli oluyor. Kendimizi hapsediyoruz. İnsan kendinin anahtarı ve kilidi; yani anahtarı kendinde... Tasavvuf felsefesinde, varlığın iç içe geçmiş halkalar, sırlar olduğunu düşünürler; sır kendini ortaya döktüğünde, insan sırlarına ulaşıp ondaki bilgiyi kavramaya başladığında yolculuk devam eder. Kilidi açamadığımızda, ya da açmak istemediğimizde yolculuk da kilitleniyor. An çok önemli; bütün kadim öğretilerde an’ın bilgisi çok önemli. Çünkü “an” zamanı belirleyen bir şey. “Geçmiş” geçmiştir; “gelecek” henüz gelmemiştir; elimizde sadece “an” vardır. Sürekli dönüşüm halinde olan “an” bize değiştirme şansı verir. 

Sunucu:
 Peki şimdi anlarla ilgili konuşurken ve kendi gerçekliğimize çıktığımız bu yolculukta bazı kavramlar tekrar tanımlanıyor. Şimdi bu kavramlar tekrar tanımlanırken ben İsmet YAZICI’in kavramlarını merak ediyorum. Keşke her şey dile dökülebilse, her şey çok kolay anlatılabilse ne güzel olurdu; ama elimizde, varolan bilgiyi karşılayabilecek söz yok; o sözcüklerin korkak gücü adına ben sizden talep edeceğim bunu; mesela sır sizin için tekrar tanımlandı herhalde; sır ne demek, mânâ ne demek, zaman ne demek ve sükut etmek, bir olmak, birlikte olmak ne demek, en azından biraz önce sözcüklerin korkak gücü dedim ya o güce sığınarak...

İsmet YAZICI:
Sır, hakikatin örtüsüdür denir; aynı zamanda görünmez olanı görünür kılan denir. Cam, arkası sırlandığında bence insanın en büyük buluşlarından birine dönüşüyor: aynaya. Bu fiziki nesne metafor olarak çok önemli, insanı kendiyle yüzleştiriyor; aynı zamanda yolculuğu sürekli kılan şey; çünkü yüzleştiğinizde aslında varlığınızın bütünlüğünü fark ediyorsunuz; zaman dediğiniz şeyin ne kadar göreli olduğunu fark etmeye başlıyorsunuz. Aslında belki de rüyalar ve düşler zamanın göreliliği ile ilgili çok önemli ipuçları sunabilir bize... Hayata belli tanımlar getirmişiz; akrep’le yelkovan’ı koymuşuz hayatımıza. İki gün önce yeni yılı kutladık; gündelik hayatımız için bir şeyler bitti, bir şeyler değişti; ama biten-değişen ne; rüyalarımızda akreple yelkovan nerelere gidiyor,... bütün bunları düşünmeye başladığımızda aslında bir noktadan sonra her şeyin bize tanımlanış o zaman dilimiyle sınırlı olmadığını görmeye başlıyorsunuz ... “Bilincin Haritası” adıyla iki yıl önce bir belgesel hazırlamıştım. O insanın dört zamanını anlatıyordu. İsim benzerliği dışında, bu kitapla, duygu benzerliği de vardı o programın. Dört bölüm olarak hazırlanan belgeselin her bir bölümünde bir geçiş dönemini anlatmıştık: doğum, çocukluk-gençlik geçişleri, olgunluk, yaşlılık ve ölüm. O belgeselde bizim anlatmaya çalıştığımız en önemli şey, başlayıp biten bir zaman çizgisinin olmadığıydı; bütün kadim metinler, kadim düşünceler bize bunu anlatır. Hiçbir şey başlayıp bitmez; ölüm aynı zamanda bir başlangıçtır. Sonlu olmayan bir hayatın içinde, zamana sıkışmış olmak bana çok hapsedici geliyor.

Sunucu:
 Ve bu hapsolmuşluğun içinden, düşünerek soru sorarak ve biraz önce bahsettiğiniz sırların anahtarlarını alarak kendimizle yüzleşmemiz gerektiğini söylüyorsunuz; peki mânâ?

İsmet YAZICI:
Mânâ’yı kavrayabilmek için galiba insanın önce kendini bu tuhaf, karmaşık sosyal hayatın içerisinden biraz geri çekmesi gerekiyor. “Dağ başında derviş olmak kolaydır, gelin de İstanbul’da derviş olun” derler; ama bence çekilme, kendinle kalış, mekânla ya da zamanla ilgili değil. Tercihle ilgili. Çağımızda sıkıştırılmışlığa öyle bir kaptırdık ki kendimizi, öyle teslim olduk ki, durup düşünmüyoruz; anlamları artık tartmıyoruz. Sözler, sadece dilimizden çıkan bir sese dönüştü. Her şeyi bu kadar karmaşıklaştırdığımız zaman sözlerin gerisindeki anlamları kavrama yolculuğumuz da çok zorlaşabiliyor. Bu karmaşanın belki biraz dışından gitmemiz gerekiyor. Tabi ki sorumluluklarımızı yerine getireceğiz, tabi ki işlerimizi yapacağız ama belki de sürünün içinde olmadan kenardan gitmeyi öğrenebiliriz diye düşünüyorum.

Sunucu:
 Burada bize önemli bir anahtar verdiniz ve tabii ki bu anahtarı kullanıp açmaya yürek gerek. Biz başarı öykülerinde, genç düşünelim başaralım, dedik. Geçen yıl bu programda neyi başarmamız gerektiğini tek tek tanımladık. Başarılı olmak sizce ne demek?

İsmet YAZICI:
Bence başarılı olmak, içindeki cevheri keşfedip ortaya çıkarabilmek. Bu illa bir işle olması gerekmiyor. Çok iyi çiçek yetiştiren biri bence çok başarılı; çok iyi anne olmak başarı; neyse istediğimiz şey orada yoğunlaşıp kendimizi ifade ettiğimizde çok başarılı oluyoruz.

Sunucu:
 “Neye sahip olduğundan çok, ne olduğun” bizim de sloganımız gerçekten bu. İsmet YAZICI, “Bilincin Haritası”ndaki yolculuğunda kendisini anlatıyor; ama “Kitle İletişiminde İmaj”dan yola çıktığımızda da sizin de sosyal bir varlık olarak bir imajınız var. O imajınızdan söz etmek istersek TRT İstanbul Televizyonu’nda yapımcısınız, ödül aldığınız pek çok programınız var. Eğer bizim sosyal hayatımızda başarı olarak algıladığımız şey ödül almaksa gerçekten bu anlamda da başarılarınız var; geldiğiniz noktada kendinizi beğeniyor musunuz?

İsmet YAZICI:
Ödül almak, sosyal olarak bir başarı. Ama benim için önemli olan, istediğim konularda program üretiyor olmam. Beni mutlu eden bu; içimdekini insanlarla paylaşıyor olmak. Üretilenlerle ilgili gelen bir telefon, elektronik posta,... başarı bence bu; hani başta demiştik ya arkadaşların, yolcuların buluşması; aynı duyguda, aynı düşüncede insanlarla bir arada olduğunuzu ve onlarla bir duyguyu, bilgiyi paylaştığınızı hissetmek, bence başarı böyle bir şey.

Sunucu:
 Bu yolculuğunuzda tabii ki size eşlik eden, etmeyen kişiler de var. Hiç hayal kırıklıkları yaşamıyor musunuz, yalnız bırakıldığınızı hissettiğiniz olmuyor mu?

İsmet YAZICI:
Zaman zaman önünüze engeller çıktığı oluyor. Ama bir şeyi çok istiyorsanız, engeli aşacak yöntemi de buluyorsunuz. Kimi zaman birilerini ikna etmek zorunda kalıyorsunuz, bu zor da olabiliyor ama ediyorsunuz. Önemli olan hedefe kilitlenmek ve o hedefe yürümek gerekiyor. İnatçılığımın burada işe yaradığını düşünüyorum.

Sunucu:
 Bize ayrılan sürenin sonuna geldik. Çok teşekkür ederim.





TAKİP ET

  • Vimeo Sosyal Simge
  • Facebook Classic
  • Twitter Classic
bottom of page